1912 yılında Wyoming’de işçi sınıfına mensup bir ailenin beşinci oğlu olarak hayata gözlerini açan Jackson Pollock, Amerikan resim sanatının en önemli isimlerinden biridir. Lise öğrenimine Los Angeles’taki bir okulda devam eden Pollock asi davranışları yüzünden okul yönetimiyle başını derde sokunca çareyi New York’a taşınmakta bulur. O artık New York’taki Art Students League’de bir öğrencidir ve bu okuldaki öğretmeni Thomas Hart Benton’un sanatından etkilenmeye başlamıştır. Ancak Pollock’un kurallara uymak istemeyen asi kişiliği onu zamanla Benton’un etkisinden uzaklaştırır ve Pollock kendi tarzını bulabilmek adına iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıkar.
Her sanatçının hayatında bir dönüm noktası vardır. Pollock için bu dönüm noktası bir anlamda John Graham tarafından 1937 yılında kaleme alınmış ‘Primitif Sanatlar ve Picasso’ adlı makaleyi okuması olmuştur . Bilinçaltının sanat üzerindeki önemini anlatan bu makale, zaten sanatı için iç dünyasına yönelmeye çok büyük bir eğilimi olan Pollock’u oldukça etkilemiş ve sanatçı, Graham’in yazdıkları doğrultusunda bilinçaltındaki gizli duyguları ve imajları resmine aktarmaya başlamıştır.
Pollock 1930’lu yılların sonunda alkolizm ve depresyonla boğuşmaya başlar. Sorunlarıyla yalnız başa çıkmamın mümkün olmadığını anlayan Pollock’un, 1939 yılından itibaren Jung ekolünden gelen bir psikoterapisti görmeye başlaması sanatçının bilinçaltına var olan ilgisini daha da arttırmıştır. Pollock terapi seansları sayesinde Jung gibi mistisizme önem veren, insanların kolektif bir bilinçaltına sahip olduğunu düşünen bir psikoloğun öğretileriyle birebir bir ilişki içine girince bu yeni deneyimlerini sanatına yansıtmaya başladı. Sanatçının 1942 ve 1948 yılları arasında yaptığı çoğu resme mistik ve primitif öğeler taşıyan Guardians of the Secret, Moon Woman, ve Totem Lesson gibi isimler vermesi, Jung’un Pollock üzerindeki etkisine güzel bir örnek olarak gosterilebilir .
Pollock 1941 yılında katıldığı karma bir sergide, kendisi gibi bir ressam olan Lee Krasner ile tanıştı ve sanatçı çift kısa bir süre içinde birlikte yaşamaya başladı. Pollock, geniş bir çevresi olan Krasner sayesinde, dönemin ünlü ressamlarından de Kooning ile ve önemli sanat eleştirmeni Clement Greenberg ile tanışma fırsatını buldu.
Stili 1947 yılından itibaren değişime uğrayan Pollock, tuvali yere koyarak, ve boyaları tuvalin üstüne damlatarak resim yapmaya başlar. Pollock damlatma tekniği ile yaptığı resimlerinde semboller kullanmaktan kaçınmış, ve resimdeki tek mitik öğenin resmin yapılış şekli olmasına özen göstermiştir .
Psikolojiye olan ilgisinin yanı sıra Pollock aynı zamanda çok sıkı bir caz dinleyicisiydi. Lee Krasner’ın da bir röpörtajında belirttiği gibi, Pollock için caz Amerika’dan çıkan tek orjinal sanat formuydu.
Pollock’un damlatma tekniği ile yaptığı resimler bir anlamda Dizzy Gillespie ve Charlie Parker gibi caz ustalarının improvizasyonlarıyla paralellikler taşır. Çünkü Pollock’un resimleri tıpkı Gillespie ve Parker’ın müziği gibi önceden planlanmayan, yapım aşaması esnasında ortaya çıkan resimlerdir. Pollock’un Amerikan resim sanatı için önemli bir isim olacağını ilk keşfeden kişilerden biri dönemin ünlü sanat eleştirmeni Clement Greenbergdür. Greenberg yazdığı bir makalede Amerikan resim sanatının, Avrupa resim sanatını taklit etmekten öteye gidemediğini ve dolayısıyla Amerikan resminin orjinallikten epey uzakta olduğunu belirtir.
Ancak Greenberg’e göre Amerikan resim sanatı için hala bir umut vardır ve bu umudun adı Jackson Pollock’tır. Jackson Pollock’un, sanatında Picasso, Miro ve Kandinsky gibi Avrupalı ressamlardan etkilenmiş olmasına rağmen, Greenberg tarafından orjinal olan tek Amerikan ressamı olarak adlandırılması insane aslında ilk bakışta enteresan geliyor. Ancak Pollock’un resimlerini incelediğimizde Greenberg’ün neden böyle düşündüğünü anlayabiliriz. Pollock resim yapma tekniği ve seçtiği konularla Amerikan resim sanatına taze bir soluk getirmiştir. Pollock’un resimleri çağdaşı olan Amerikan ressamlarından daha cesurdur. Bütün benliğiyle resim yapan Pollock, bilinçaltının en karanlık kısımlarını bile resimlerine aktarmaktan çekinmeyen, sanatı nerdeyse ilahi bir eyleme dönüştüren bir modern zaman şamanıdır. Pollock resmi tuvalden ayırmış, resmi yerde yaparak ve yaptığı resmin üzerinde dolaşarak sanatının bir parçası olmayı seçmiştir. Pollock’un resmi modern zamanların ve insanların en primitif arzularının enteresan bir bileşimidir. İşte bu nedenlerden ötürü Pollock Avrupalı ressamların bir taklidi olmaktan öteye gitmiş ve Greenberg’I haksız çıkartmayarak en önemli Amerikan ressamlarından biri olmuştur.